Müge Ve..."Bir Gün” Diyerek Tükenen Ömürler

Bir gün her şey güzel olacak.

Kaç kez duyduk, kaç kez söyledik bu cümleyi? Belki de içten içe biliyorduk, o “bir gün” hiçbir zaman gelmeyecek. Gelmek üzere yola çıkmamıştı çünkü; o sadece, bugünün ağırlığını taşımaktan kaçınmak için yaratılmış zarif bir teselliydi.


Zamanın içinde yaşadığımızı sanıyoruz ama çoğu zaman ya geçmişte hapsolmuşuz ya da gelecekte oyalanıyoruz. Bugün ise elimizin altındaki tek gerçekken, gözümüzün önünden akıp gidiyor. Marcus Aurelius’un dediği gibi: “Şimdiye sahip ol, çünkü o senden alınamaz.” Ne var ki biz, elimizden alınamayacak olanı bile kendi elimizle itiyoruz.


Gelecek beklentisi, umut gibi sunuluyor bize. Oysa umut aktif bir güçtür; beklenti ise çoğu zaman içi boş bir oyalanma. Mutluluğu uzak bir tarihe erteleyerek bugünün sade sevinçlerinden vazgeçiyoruz. Kendimizi kandırmanın en kibar yolu bu: "Daha değil."


Psikolojide buna “gelecek yönelimli kaçış” deniyor. Ruhumuzun hazır olmadığını düşündüğümüzde, hayatı ileri sarıyoruz. Ama hayat ileri sarıldığında değil, şu anla temas ettiğimizde anlam kazanıyor. Gelecek, bugünün üzerine inşa edilir. Temeli olmayan bir yarın, yıkılmaya mahkûmdur.


Viktor Frankl’ın karanlık kamp günlerinden çıkardığı büyük ders şuydu: “Hayatın anlamı, insanın tutumunda gizlidir.” Yani dış dünya düzelmeden de içimizde anlam inşa edebiliriz. Mutluluk bazen bir karar, bazen de sadece o anla kalabilme cesaretidir.


Hayat bizden büyük zaferler beklemiyor. Daha çok, küçücük farkındalıklar, içten karşılaşmalar, sahici anlar istiyor. Bugün bir kuşun sesini fark etmek, bir yüzü içten izlemek, bir cümlede kalmak... Bunlar hep “şimdi”ye ait olan mucizeler.


Evet, belki her şey bir günde değişmez. Ama her şey “bugün”le başlar.

Ve belki de en hakiki mutluluk, artık “bir gün”e değil, “bugün”e inanmayı seçtiğimiz anda başlar.


Yorumlar