MügeVe.....Dileklerimizin Kıyısında: Hıdırellez Gecesi ve Umuda Yolculuk

Bazı geceler vardır… İçini bir sıcaklık sarar. Hava henüz kararmışken kalbinde bir ışık yanar. Umutla harmanlanmış, duayla yoğrulmuş, geçmişten bugüne bir köprü gibi uzanan gecelerdir bunlar. İşte Hıdırellez böyle bir gecedir. İnsan olmanın en saf haliyle; dilemek, beklemek, hayal etmek ve inanmak isteriz.



Benim için Hıdırellez, sadece bir gelenek değil, aynı zamanda çocukluğumun en güzel hatıralarından biridir. Her yıl o gece geldiğinde içimde bir kıpırtı başlar. Ellili yaşlarıma gelmiş bir kadın olarak hâlâ o küçük kızı hatırlarım: Dileğini kalbinin en derininden çıkaran, toprağa gömen, ateşten atlayıp geleceğe umutla yürüyen o küçük kızı…


Taşlardan Bir Ev: İlk Dileğim


İlk Hıdırellez dileğimi büyük anneannemin bahçesinde tuttum. Sekiz ya da dokuz yaşlarındaydım. Taşlardan, kiremitlerden minik bir ev yapmıştım toprağın üzerine. Çünkü o dönem bizim bir evimiz yoktu. İşçi bir baba ve ev kadını bir annenin çocuğuydum. O yıllarda, bizim gibi büyüyen her çocuk gibi en büyük hayalim bir evimizin olmasıydı. Kendi evimizin anahtarını annemin cebinde, babamın avucunda görmeyi düşlerdim.


O taş evin yanına bir de minik bahçe çizdim. Gül ağacının dibine bıraktım sessizce. O gece dilek tutmak, benim için sadece bir gelenek değil; içimdeki en derin arzunun, kelimelere dökülemeyen hayalin sembolüydü.


Mahallede Başlayan Ritüel: Birlikte Dilek Tutmak


O zamanlar Hıdırellez sabahı, mahallede sabırsız bir telaş başlardı. Hep birlikte yakacağımız ateş için sabahtan odun, dal, eski tahta ne bulduysak toplardık. En büyük keyif, akşam hava kararınca o ateşi yakmak ve sırayla üstünden atlamaktı. Her atlayışta içimizdeki korkuların azaldığını, yüklerimizin hafiflediğini hissederdik. Belki çocuk aklıyla dileklerimiz safça, hayallerimiz uçsuz bucaksızdı ama o gece kalplerimiz bir başka çarpardı.


Ateşin çevresine oturur, çekirdek çitler, şarkılar söyler, oyunlar oynardık. Annelerimizin yaptığı börekleri paylaşır, limonata bardaklarımızla gülüşürdük. Mahallece aynı ateşe bakar, aynı geleceği düşlerdik. O birlikteliğin, o paylaşmanın sıcaklığı hâlâ içimde yanar durur.


Ritüeller ve İnançlar


Hıdırellez gecesi yapılan her ritüel aslında insanın en derin ihtiyaçlarına temas eder.


Gül ağacına dilek asmak ya da sembollerle toprağa gömmek… Ne istiyorsak, onu doğaya emanet ederiz. Ev, sağlık, aşk, mutluluk…


Ateşten atlamak, geçmişin yüklerinden arınmak gibidir. Sanki her atlayışta içimizde yeni bir başlangıç olur.


Suya para atmak, bereketin ve temizliğin simgesidir. “Duamı duy,” diye fısıldarız suya.


Tuzlu yemekle yatmak, rüyada kimin su verdiğini görmek… Kısmeti, sevgiyi, geleceği aramanın naif bir yoludur.



Bunların hepsi bin yıllardır yaşatılan ve değişmeyen tek şeyi anlatır: insanın umuda olan ihtiyacı.


Neden Hıdırellez'de Dilek Tutarız?


Çünkü dilemek, insan kalbinin konuşma biçimidir. Bir kapı çalmaktır. “Elimden geleni yaptım, şimdi seni dinliyorum,” demektir. İnancın şekli farklı olsa da dileğin özü aynıdır. Toprağa, ateşe, suya fısıldarız. Ama aslında kendi içimizdeki gücü harekete geçiririz.


Hıdırellez bir geceden ibaret değildir. Birlikte olmanın, paylaşmanın, hayal kurmanın, yeniden başlama cesaretinin adıdır. O gece herkes çocuktur, herkesin içi biraz daha hafif, gökyüzü biraz daha yakın olur.



---


Senin de bu yıl bir dileğin varsa…

Bir kâğıda yaz.

Bir gül dibine bırak.

Bir parayı suya at.

Ateşten atla.

Rüyanı dinle.


Belki gerçekleşir… Belki de sadece sana kendini biraz daha yakın eder. Hangisi olursa olsun, bu dünyada hâlâ inanacak bir şeyler olması bile başlı başına bir mucizedir.


Yorumlar