Kendini Bilen İnsan ve Ego: Minik Bir Fener mi, Koca Bir Sahne Işığı mı?
Ben Bir Eğitimciyim Ama Bu Yazı Hepimize
Ben bir eğitimciyim. Yani sabahın köründe çalan alarm sesiyle vicdan arasında sıkışıp kalanlardanım. Çocuklara “kendini tanı” derken, aynaya bakmayı bazen unutanlardanım. Bu yazıyı öğretmen kimliğimle yazıyorum, ama içimden yazan sadece bir eğitimci değil; biraz anne, biraz evlat, biraz da “insanlık hâli”ni yaşayan biri.
Bugün sınıftaki başarıdan, müfredattan, sistemden değil… Daha derin, daha kişisel bir yerden bahsetmek istiyorum. Ego’dan. Kendini bilmekten. Ve tabii ki, insanın insana ettiklerinden…
---
Ego: Hepimizin İçindeki Minik Sahne Işığı
Ego kelimesi bazılarımız için “kibir” gibi duyulur. Oysa ego, bazen sabah kalkıp aynaya bakabilme gücüdür. Bazen “ben de bir şey biliyorum” diyebilme cesareti… Ama ölçüsünü kaçırdığında? İşte o zaman o küçük sahne ışığı, koca bir spot haline gelir ve sahnede sadece bir kişi kalır: “Ben!”
Eğitimciyim diye demiyorum, ama biz bu işi yaparken egomuzu ya en öne koyuyoruz ya da yok sayıyoruz. Oysa onu tanımak, kontrol etmek, gerektiğinde geri çekmek; işte asıl ustalık burada başlıyor. Ama bu durum sadece öğretmenler için geçerli değil, ofiste çalışan, evde çocuk büyüten ya da sabah trafikte direksiyon sallayan herkes için geçerli. Ego hepimizde var; yokmuş gibi yapınca daha çok ortaya çıkıyor.
---
Kendini Bilmek: Sessiz Bir İsyan
Sokrates’in o meşhur sözü gelir aklıma hep: “Kendini bil.”
Ama nasıl? Hangi “ben”i bilmek bu? İş yerindeki mi, evdeki mi, içimizdeki mi?
Kendini bilmek, kendini överek değil, sınırlarını görerek başlıyor aslında. “Ben de hata yapabilirim.” demekle… “Bu başarı sadece bana ait değil.” diyebilmekle… Ego tam da bu noktada devreye giriyor; ya seni alkışlarla yükseltiyor ya da sessizce kenara çekilip seni gerçekten yüceltiyor. Seçim bizim.
---
İnsanın İnsana Ettikleri: Ego’nun Kırık Aynası
Bazen insanın insana ettiği o küçük küçümsemeler, o hafif alaycı bakışlar, içten içe kıskançlıklar… Bunların arkasında çoğu zaman egomuzun doyurulmamış çocuk hâli var. Kendi değerini başkasını küçülterek inşa etmeye çalışan, sevgiye aç bir iç ses…
Bir öğretmen olarak biliyorum ki, çocuklar en çok içten olanı hisseder. Kibirli bir bakışı da, samimi bir tebessümü de… Aynı şey yetişkin ilişkilerinde de geçerli. Ego konuştuğunda kalpler susuyor. Ama kalp konuştuğunda, ego usulca geri çekiliyor.
---
Ego'yu Yok Etmek mi? Hayır. Onu Eğitmek.
Ego'yu yok etmek mümkün değil — gerek de yok. Tıpkı neşeyi, öfkeyi, korkuyu yok edemeyeceğimiz gibi… Ama onu tanıyabiliriz. Eğitebiliriz. Eğitmenlik sadece öğrenciye değil, kendine de öğretmek değil midir zaten?
Ben ego'yu bazen minik bir fener gibi düşünüyorum. Doğru yöne tuttuğumda yolumu aydınlatıyor. Ama sürekli kendime tuttuğumda gözüm kamaşıyor. Işık başkasına yöneldiğinde ise içimdeki ses şöyle diyor: “Şimdi oldu.”
---
Son Söz: Ego Kapıda Kalsın, Kalbinle Gel
İnsanız. Yanılacağız. Birbirimizi kıracağız belki… Ama farkında olursak, ego'yu azıcık tanırsak, yolun yarısını yürümüş oluruz. Kendini bilmek, ne kadar bildiğini değil, ne kadar öğrenmeye açık olduğunu bilmektir.
Ve her şeyin sonunda Mevlâna'nın o derin sözü düşer yüreğime:
> “Kendini bilmiyorsan, neyi biliyorsun?
Kendini bildikten sonra, başka neyi bilmesen de olur.”
İşte o zaman, sahne ışığını başkalarına da çevirebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder